Hiçbir şeyim.
Sokaktan geliyorum ben.
Şiiri sokakta buldum. Kavga etmeyi sokakta öğrendim. Raconu orada…
Şimdi, otuz üç yaşına gelmiş
ve epeyce pişmanlık biriktirmiş bir adam olarak diyorum ki “zincirlerimden başka kaybedecek hiçbir şeyim yok.”
Benim kutsal, yüce, değerli bulduğum hemen herşeyi gözden geçirmeye ihtiyacım varmış çünkü.
Şiir yazarken, televizyonda çene çalarken “ üç oda bir salon konforunda” bir zihinle berbat ediyormuşum herşeyi.
Mesela Aristo’nun “dostlarım, dostluk yoktur” sözüne dudak bükerken yanlış yapıyormuşum.
Mesela Kazancakis’in “ben huzursuz tarikatındanım” diyen keşişini yanlış anlamakla mukayyetmişim. Bir ideolojinin (yaşamımın ve inançlarımın bizatihi ürettiği o büyük ve sarsılmaz ideolojinin değil, toplu bir delilik, bir sahte birliktelik, bir ilkesizlik bütünü olan ideolojinin) neferi olarak “huzursuz” olunamıyormuş meğer.
Huzursuzum evet. Haddime değilse de herkese de huzursuz olmayı öneriyorum. Zira, huzursuzluk en nihayet Peygamber mesleğidir. Bir mağarada uzun uzadıya hayatı, hayatın anlamını, nereden gelip nereye gittiğimizi düşünebilecek kadar huzursuzsak, günün birinde Cebrail bize de gülümser belki.
Ve evet. Mesela Allah’ın bize şu meşhur diğer tarafta “dünyevi iktidarı ele geçirdiniz mi”, “televizyon açtınız mı”, “gazete çıkardınız mı”, “ekonomik bir ilişkiler ağı oluşturdunuz mu”, “AKP’ye oy verdiniz mi”, “emrettiğim gibi Amerikalılarla yeşil kuşak konusunda anlaştınız mı” diye soracağını hiç mi hiç düşünmüyorum artık. Bunun yerine “sana iyilerden dediler mi”, “adil miydin”, “dünyanın daha iyi bir yer haline gelmesi için çabaladın mı”, “kimseye senden bir kötülük erişti mi” falan gibi sorular soracağını düşünüyorum.
Ve gene evet. Bu soruların cevabını alnı ak, başı dik şekilde verebilen adamın dünyanın en ideolojik adamı olduğunu, dünyadaki kötülükleri sadece bu adamın düzeltebileceğini düşünüyorum.
Hatırlayalım Peygamberi. Etrafına toplanan herkese “iyilerden olmak istiyorsan zincirlerinden başka kaybedecek hiçbir şeyin yok” demediyse ne dedi? “Din güzel ahlaktır” demediyse ne dedi? Mekke’nin en güvenilir adamı o değilse kimdi?
Beni, kendisiyle kökten bir hesaplaşmaya giren şu gariban, sokaktan gelme adamı, meşhur etmek, popüler kılmak için uğraşan tekmil zevata şunu söylemek istiyorum. Ben davayı satmıyorum. Sadece “dava o değildi galiba” demeye çalışıyorum. Zokayı yutmamak için de “zincirlerimden başka kaybedecek hiçbir şeyim yok ey Muhammed(s.a.v). Bana mutmain bir kalp için gerekeni söyle” diyerek yalvarıyorum.
Adım İsmail Kılıçarslan; ama ismimin baş harfleri vallaha da billaha da “acz” tutuyor.
17 Aralık 2011 Cumartesi
16 Aralık 2011 Cuma
eren safi'ye açık mektup
tamam sustum...
çok sigara içiyorum lan, onun için dişlerim bu kadar sarı
ve bunu sorun eden izleyicilerim var
izleyicilerim var artık, ne ayıp di mi
yok yahu, sinirli değil kırgınım; çünkü bahar gelmedi istanbula
ilaçlarımı içtim içmesine, fakat dönmesini durdurmadı dünya
kümede kaldı ankaragücü, kovmadınız bir türlü aragonesi
öyle bir şair mi vardı olm, yunanlı falan yane
tamam tamam sustum, susturamadım içimdeki çocuğu ama
çiçeklere su verdim, eğitim kampanyasına destek oldum
dedim sıcak ekmekten daha güzel ne var dünyada, ne kalır dostluktan başka
okulu kırmak istiyorum dönmemecesine, gazete okumamak, hiç çıkmamak ekrana
yeniden ağlayabilmek isterim fakat, bu kısmı şey olsun, aramızda
kırgınım evet. sana, tarıka, ahmet murata, öze, seloya, haşmet abiye
biliyorum onlar da kırgın bana, herkes nedense bu dünyada
şşşş
tamam sustum
bigün bize gelin begüm hanımla, sacitle rana oynasın beraber
en berbat çocukluk anılarımız saçılsın salonun ortasına
ismet beyi niçin sevdiğimizi konuşalım, seviyoruz hala di mi lan bu arada
tamam sustum. ama susturamadım içimdeki yavşağı
başaramıyorum "işler nasıl" diye sormamayı, tatil planları yapmamayı
doğru, insanın başını sokacak bir evi olmalı. başını evet. başından beri yanlış olanı.
bu arada kimi görüyorsun eskilerden. ince ne yapıyor mesela
dücanenin işi iş bu dünyada, ali murat ne alemde asıl
hala kötü mü şakaları, gözlükleri olmadan hala göremiyor mu
bi imam bey vardı müdür yardımcısı, kızı mail attı bana, dur lan neydi adı
durma eren, durmak bizi fena yapıyor, durup düşünmek
bu yüzden yapıyorum meksika sınırını, izlemiyorsun biliyorum
ben de seninkini izlemedim aynı nedenle inan, yok be niye kızayım
zeki abiyi de çok özledim olm ben, bulduku evet, küsüz
hatırlamıyorum kimin haklı olduğunu
artık hiç bişeyi hatırlamıyorum -bitişik mi ayrı mı lan bu hiçbişey-
çünkü artık silahlı olma duygusu
senin bi tane vardı di mi, satsana bana ya da boşver, hanım izin vermez galiba
öyle tabi olm. artık hanımlarımız var, evlerimiz, ofislerimiz, bahanelerimiz
tamam sustum. içimdeki çocuk da sustu, tüm çiçekler kurudu
unutmak kolay olsa
çoktan unuturdum
boşvermek kolay olsa
kendimi avuturdum
imkanlar imkansız
faydalar faydasız
uzayan saatlerde
saatler zamansız
bu sene de bahar gelmedi bi türlü, bunu yazmış mıydım
nisanın kaçındayız halbuki, yirmi yedisinde, yok yok yirmi sekizmiş
şimdi mesela bu mektubu okuyunca şiir eleştirmenleri ne düşünecek acaba
aramızda bir şey olduğunu, öyle değil olm lan, hemen kaynatma, okulda da böyleydin sen
tamam sustum. içimdeki tedirgin, kımıltısız böceği susturamıyorum ama
kırlara çıkmak istiyor, çünkü her böcek pastoraldir, o halde bir böcektir knute hamsun
düşünüyorum, o halde ihtimal dahilinde yeniden hiraya dönüp yeniden başlamak
"allah yeniden başlayanların yardımcısıdır" diyor tarık abi
onunla da yeniden başlamak istiyorum, yeniden başlamak, restart, controlaltdlt
tamam lan. sahiden sustum. çocuk susdu, böcek sustu
kesin olarak, evet evet, kesin kes, şüphesiz, mutlaka
neşet ertaş da sustu, zekai dede de ben susunca: "şarkı bitti çok üzgünüm"
akif sirozdan öldü, ece baba yaşlılıktan, turgut uyarınkini bilmiyorum, kendiminkini de
ne zaman öldüğümü tam olarak biliyorum, nefesimin ne zaman kesildiğini
bıçağın ne zaman konulduğunu, ıskatımı, mezar taşımda ne yazdığını
yoo, sen arama çok yazmasın, cevap da yazma, görüşürüz istanbula geldiğinde
belki sırrı abi gazel okur sen şiir, fars müzikleri çıkınca yükselir selo taa arşa
neymiş, rakı satmıyorlarmış eski kafada, sümmani bitirir geceyi, geceleri, hepsini
ervab-ı ezelde levh-i kalemde
bu benim bahtımı kara yazmışlar
bilirim güldürmez devri alemde
bir günümü yüz bin zara yazmışlar
arif bilir aşk ehlinin halini
kaldırır gönlünden kil-ü kalini
herkes dosta verir arzuhalini
benimkini ürüzgara yazmışlar
tamam lan, sustum dedim sana di mi, zaten kalmadı anlatacak başka şey
cihangirdeyim, bir kahvaltı salonunda, altı bardak çay içtim
tamam lan, kalkarsın bi dakka sonra, bitti zaten, bitmeliydi zaten, büyümeliydik
başka şekli yoktu yaşamanın, fakat bi halta yararmış gibi tuttuk şair olduk
hiç başaramadık hayatın dışında, insanın dışında, kendimizin dışında
hayatın içinde, insanın içinde, kendi içimizde
vallaha sustum bu sefer
işler nasıl
çok sigara içiyorum lan, onun için dişlerim bu kadar sarı
ve bunu sorun eden izleyicilerim var
izleyicilerim var artık, ne ayıp di mi
yok yahu, sinirli değil kırgınım; çünkü bahar gelmedi istanbula
ilaçlarımı içtim içmesine, fakat dönmesini durdurmadı dünya
kümede kaldı ankaragücü, kovmadınız bir türlü aragonesi
öyle bir şair mi vardı olm, yunanlı falan yane
tamam tamam sustum, susturamadım içimdeki çocuğu ama
çiçeklere su verdim, eğitim kampanyasına destek oldum
dedim sıcak ekmekten daha güzel ne var dünyada, ne kalır dostluktan başka
okulu kırmak istiyorum dönmemecesine, gazete okumamak, hiç çıkmamak ekrana
yeniden ağlayabilmek isterim fakat, bu kısmı şey olsun, aramızda
kırgınım evet. sana, tarıka, ahmet murata, öze, seloya, haşmet abiye
biliyorum onlar da kırgın bana, herkes nedense bu dünyada
şşşş
tamam sustum
bigün bize gelin begüm hanımla, sacitle rana oynasın beraber
en berbat çocukluk anılarımız saçılsın salonun ortasına
ismet beyi niçin sevdiğimizi konuşalım, seviyoruz hala di mi lan bu arada
tamam sustum. ama susturamadım içimdeki yavşağı
başaramıyorum "işler nasıl" diye sormamayı, tatil planları yapmamayı
doğru, insanın başını sokacak bir evi olmalı. başını evet. başından beri yanlış olanı.
bu arada kimi görüyorsun eskilerden. ince ne yapıyor mesela
dücanenin işi iş bu dünyada, ali murat ne alemde asıl
hala kötü mü şakaları, gözlükleri olmadan hala göremiyor mu
bi imam bey vardı müdür yardımcısı, kızı mail attı bana, dur lan neydi adı
durma eren, durmak bizi fena yapıyor, durup düşünmek
bu yüzden yapıyorum meksika sınırını, izlemiyorsun biliyorum
ben de seninkini izlemedim aynı nedenle inan, yok be niye kızayım
zeki abiyi de çok özledim olm ben, bulduku evet, küsüz
hatırlamıyorum kimin haklı olduğunu
artık hiç bişeyi hatırlamıyorum -bitişik mi ayrı mı lan bu hiçbişey-
çünkü artık silahlı olma duygusu
senin bi tane vardı di mi, satsana bana ya da boşver, hanım izin vermez galiba
öyle tabi olm. artık hanımlarımız var, evlerimiz, ofislerimiz, bahanelerimiz
tamam sustum. içimdeki çocuk da sustu, tüm çiçekler kurudu
unutmak kolay olsa
çoktan unuturdum
boşvermek kolay olsa
kendimi avuturdum
imkanlar imkansız
faydalar faydasız
uzayan saatlerde
saatler zamansız
bu sene de bahar gelmedi bi türlü, bunu yazmış mıydım
nisanın kaçındayız halbuki, yirmi yedisinde, yok yok yirmi sekizmiş
şimdi mesela bu mektubu okuyunca şiir eleştirmenleri ne düşünecek acaba
aramızda bir şey olduğunu, öyle değil olm lan, hemen kaynatma, okulda da böyleydin sen
tamam sustum. içimdeki tedirgin, kımıltısız böceği susturamıyorum ama
kırlara çıkmak istiyor, çünkü her böcek pastoraldir, o halde bir böcektir knute hamsun
düşünüyorum, o halde ihtimal dahilinde yeniden hiraya dönüp yeniden başlamak
"allah yeniden başlayanların yardımcısıdır" diyor tarık abi
onunla da yeniden başlamak istiyorum, yeniden başlamak, restart, controlaltdlt
tamam lan. sahiden sustum. çocuk susdu, böcek sustu
kesin olarak, evet evet, kesin kes, şüphesiz, mutlaka
neşet ertaş da sustu, zekai dede de ben susunca: "şarkı bitti çok üzgünüm"
akif sirozdan öldü, ece baba yaşlılıktan, turgut uyarınkini bilmiyorum, kendiminkini de
ne zaman öldüğümü tam olarak biliyorum, nefesimin ne zaman kesildiğini
bıçağın ne zaman konulduğunu, ıskatımı, mezar taşımda ne yazdığını
yoo, sen arama çok yazmasın, cevap da yazma, görüşürüz istanbula geldiğinde
belki sırrı abi gazel okur sen şiir, fars müzikleri çıkınca yükselir selo taa arşa
neymiş, rakı satmıyorlarmış eski kafada, sümmani bitirir geceyi, geceleri, hepsini
ervab-ı ezelde levh-i kalemde
bu benim bahtımı kara yazmışlar
bilirim güldürmez devri alemde
bir günümü yüz bin zara yazmışlar
arif bilir aşk ehlinin halini
kaldırır gönlünden kil-ü kalini
herkes dosta verir arzuhalini
benimkini ürüzgara yazmışlar
tamam lan, sustum dedim sana di mi, zaten kalmadı anlatacak başka şey
cihangirdeyim, bir kahvaltı salonunda, altı bardak çay içtim
tamam lan, kalkarsın bi dakka sonra, bitti zaten, bitmeliydi zaten, büyümeliydik
başka şekli yoktu yaşamanın, fakat bi halta yararmış gibi tuttuk şair olduk
hiç başaramadık hayatın dışında, insanın dışında, kendimizin dışında
hayatın içinde, insanın içinde, kendi içimizde
vallaha sustum bu sefer
işler nasıl
9 Aralık 2011 Cuma
BEN Mİ ÇOK ESMERİM SEN Mİ ÇOK SARIŞIN ?
Dumanlı bir kasım akşamı bulutlar havada salkım salkım
Günlerden Cuma ya da cumartesi saat sıfır dört otuz dolayları
Ay girdi penceremden içeri saçları kirli sarı yok inceliğinde kaşları
Yıldızlar tek görgü tanığı
Dudaklarından pus gözleri bakır çalığı
Usulca haber verdi sanki kaçınılmaz olasılığı
Zehirli bir koku bıraktı
Dünya mı çok genişti
Yoksa mevsim mi çok dardı
Aslında ne sonu vardı bu işin ne de başı
Elbette farkındaydım ben bu yanlışın
Ah ah şu dondurucu soğu yok mu kışın
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın
Allah’tan soğuğa dayanıklıyım
Ne çıkar uykusuz da kalırım
Heyecanım yorgunluğumu götürür
Böyle daha gecelerce dayanırım
Dışarıda dumanlı bir kasım akşamı
Ben, ben hiç yalnız bırakmadım ki yalnızlığımı
İçimde yaşadım bütün duygularımı
Yok,yok ; olmaz, olmaz bu kalp sesleri benim değil mutlaka bir başkasının
Peki be Kerem Alışık nereye kadar ki sonu bu kaçışın
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın
Ben mi çok yanıldım dünya mı çok değişti
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın
Ben mi çok yalnızım insanlar mı çok farklı
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın
Bir sevda özlemidir muhakkak bu soğukta ısıtan gönlümü
Öyle uzun uzun laf etmeme gerek yok, verirse kader verir artık bunun hükmünü
Bir yer gelir ne savunma iç güdüsü ne korku kalır ne de yürek üzüntüsü
Sabah, öksüz bir çocuk gibi doğar doğmaz yüzüme
Ufuktaki bu sarılık aniden vurdu gözlerime
Habercisi miydi acaba yeni bir başlangıcın
Onca dosta onca düşmana karşın
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın
Mutluluğu senle paylaşmayı çok isterim
Çatal çatal şimşek çakar dağları deviririm
Şüphesiz bir delilik yaparım
Bir şafak vakti el ele tutuşur yağmur altında köprüde dolaşırım
Alevlere malevlere girer mısra mısra kurşun dökerim
Gözlerini dinamit misali hep üstümde taşırım
Her cumartesi akşamı sözleşir kanlıca da yakamozları sayarım
Sonra...
Sonra mı...
Sonra ummadığım bir anda hakikatler çıka gelir işte
Yalanlar inanmak istediğim hayallerimi
Keşke seni görmeseydi, seni tanımasaydım derim
Darmadağın olur saçım başım bilirim
Ben oldum gene mağlubu bu savaşın
Çünkü...
Çünkü ben çok esmerim sen çok sarışın
Ben mi çok yoruldum dünya mı çok değişti ?
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın
Ben mi çok yalnızım insanlar mı çok farklı
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın.. Kerem ALIŞIK
Günlerden Cuma ya da cumartesi saat sıfır dört otuz dolayları
Ay girdi penceremden içeri saçları kirli sarı yok inceliğinde kaşları
Yıldızlar tek görgü tanığı
Dudaklarından pus gözleri bakır çalığı
Usulca haber verdi sanki kaçınılmaz olasılığı
Zehirli bir koku bıraktı
Dünya mı çok genişti
Yoksa mevsim mi çok dardı
Aslında ne sonu vardı bu işin ne de başı
Elbette farkındaydım ben bu yanlışın
Ah ah şu dondurucu soğu yok mu kışın
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın
Allah’tan soğuğa dayanıklıyım
Ne çıkar uykusuz da kalırım
Heyecanım yorgunluğumu götürür
Böyle daha gecelerce dayanırım
Dışarıda dumanlı bir kasım akşamı
Ben, ben hiç yalnız bırakmadım ki yalnızlığımı
İçimde yaşadım bütün duygularımı
Yok,yok ; olmaz, olmaz bu kalp sesleri benim değil mutlaka bir başkasının
Peki be Kerem Alışık nereye kadar ki sonu bu kaçışın
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın
Ben mi çok yanıldım dünya mı çok değişti
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın
Ben mi çok yalnızım insanlar mı çok farklı
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın
Bir sevda özlemidir muhakkak bu soğukta ısıtan gönlümü
Öyle uzun uzun laf etmeme gerek yok, verirse kader verir artık bunun hükmünü
Bir yer gelir ne savunma iç güdüsü ne korku kalır ne de yürek üzüntüsü
Sabah, öksüz bir çocuk gibi doğar doğmaz yüzüme
Ufuktaki bu sarılık aniden vurdu gözlerime
Habercisi miydi acaba yeni bir başlangıcın
Onca dosta onca düşmana karşın
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın
Mutluluğu senle paylaşmayı çok isterim
Çatal çatal şimşek çakar dağları deviririm
Şüphesiz bir delilik yaparım
Bir şafak vakti el ele tutuşur yağmur altında köprüde dolaşırım
Alevlere malevlere girer mısra mısra kurşun dökerim
Gözlerini dinamit misali hep üstümde taşırım
Her cumartesi akşamı sözleşir kanlıca da yakamozları sayarım
Sonra...
Sonra mı...
Sonra ummadığım bir anda hakikatler çıka gelir işte
Yalanlar inanmak istediğim hayallerimi
Keşke seni görmeseydi, seni tanımasaydım derim
Darmadağın olur saçım başım bilirim
Ben oldum gene mağlubu bu savaşın
Çünkü...
Çünkü ben çok esmerim sen çok sarışın
Ben mi çok yoruldum dünya mı çok değişti ?
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın
Ben mi çok yalnızım insanlar mı çok farklı
Ben mi çok esmerim sen mi çok sarışın.. Kerem ALIŞIK
3 Aralık 2011 Cumartesi
Eskiden, kar yağardı Erzurum'a
Eskiden, kar yağardı Erzurum'a
Toprak damlarda sırt sırta yaşardık
Sabahnan kalkar damlarımızı kururduk ya,, Allah
Kardan tayalar olurdu, mehlerin onünde
Tuneller açar, yola kavuşurduk
Eskiden, kar yağardı Erzurum'a
Henüz ayrılmamıştık,henuz bölünmemiştik
Ayni mahledeydik,zengini,fakiri,esnafı,
yoksulu, birarada birliktik,toprak damlarda omuz omuza sım sıcak
ve kar yagardi Erzurum'a, bembeyaz, lapa lapa
henuz bölünmemiştik, henüz ayrılmamıştık.
Henüz icat olmamıştı, koperatifler, siteler
Dubleksler,tiripleksler,olmaz olası kartonpiyerler.
Gariban sıkışınca kime gidebileceğin bilir
Zengin kimi gözetecegini bilir,
esnafnan memur gül gibi geçinip giderdi
ve kar yağardı Erzurum'a, bembeyaz lapa lapa
henüz ayrılmamıştık henüz bölünmemiştik…
memurlar bir koperatife esnaflar bir siteye,
zenginler dubkeslere triplesklere
garibanlar geber olan gece kondular kalmamisti
ve kar yağardı Erzurum'a bembeyaz lapa lapa
henüz, fakir zengini hırsızlıkla
zengin, fakiri tembellikle suçlamazdı
çünkü kar yağardı lapa lapa
çünkü kar yağardı bembeyaz
çünkü karın temizliği yüreklerimize vurmuştur
eskiden kar yağardı Erzurum'a
yoktu, çeşit çeşit makinelerimiz
dev ,ekran televiziyonlarımız
no frost buzdolablarımız
ama kilerlerimiz gırtliğine kadar doluydu
yüreklerimiz gibi
çünkü kar yağardı Erzurum'a
çünkü kar rahmetti
çünkü kar bereketi
eskiden, kar yağardı Erzurum'a
adam boyu, adamlarda adamdı o zamanlar
ne Cumhuriyet Caddesinde
onun bunun namusuna kötü gözle bakar
nede laf atardılar
çünkü senin namusun benim benimkisi senindi
biridik bizidik
ve kar yağardı Erzurum'a
adam boyu ve adamlar adamdılar o zamanlar
kar sendin, kar bendim, kar bizdik
eridik, eridik, eridik, eridik.
Şiir : Murat Balkuş
Toprak damlarda sırt sırta yaşardık
Sabahnan kalkar damlarımızı kururduk ya,, Allah
Kardan tayalar olurdu, mehlerin onünde
Tuneller açar, yola kavuşurduk
Eskiden, kar yağardı Erzurum'a
Henüz ayrılmamıştık,henuz bölünmemiştik
Ayni mahledeydik,zengini,fakiri,esnafı,
yoksulu, birarada birliktik,toprak damlarda omuz omuza sım sıcak
ve kar yagardi Erzurum'a, bembeyaz, lapa lapa
henuz bölünmemiştik, henüz ayrılmamıştık.
Henüz icat olmamıştı, koperatifler, siteler
Dubleksler,tiripleksler,olmaz olası kartonpiyerler.
Gariban sıkışınca kime gidebileceğin bilir
Zengin kimi gözetecegini bilir,
esnafnan memur gül gibi geçinip giderdi
ve kar yağardı Erzurum'a, bembeyaz lapa lapa
henüz ayrılmamıştık henüz bölünmemiştik…
memurlar bir koperatife esnaflar bir siteye,
zenginler dubkeslere triplesklere
garibanlar geber olan gece kondular kalmamisti
ve kar yağardı Erzurum'a bembeyaz lapa lapa
henüz, fakir zengini hırsızlıkla
zengin, fakiri tembellikle suçlamazdı
çünkü kar yağardı lapa lapa
çünkü kar yağardı bembeyaz
çünkü karın temizliği yüreklerimize vurmuştur
eskiden kar yağardı Erzurum'a
yoktu, çeşit çeşit makinelerimiz
dev ,ekran televiziyonlarımız
no frost buzdolablarımız
ama kilerlerimiz gırtliğine kadar doluydu
yüreklerimiz gibi
çünkü kar yağardı Erzurum'a
çünkü kar rahmetti
çünkü kar bereketi
eskiden, kar yağardı Erzurum'a
adam boyu, adamlarda adamdı o zamanlar
ne Cumhuriyet Caddesinde
onun bunun namusuna kötü gözle bakar
nede laf atardılar
çünkü senin namusun benim benimkisi senindi
biridik bizidik
ve kar yağardı Erzurum'a
adam boyu ve adamlar adamdılar o zamanlar
kar sendin, kar bendim, kar bizdik
eridik, eridik, eridik, eridik.
Şiir : Murat Balkuş
23 Kasım 2011 Çarşamba
sürgünler ülkesinden başkentler başkentine
Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim bir bakıma bu sürgünün bir süreği
Bütün törenlerin şölenlerin ayinlerin yortuların dışında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Uzatma dünya sürgünümü benim
Güneşi bahardan koparıp
Aşkın bu en onulmazından koparıp
Bir tuz bulutu gibi
Savuran yüreğime
Ah uzatma dünya sürgünümü benim
Nice yorulduğum ayakkabılarımdan değil
Ayaklarımdan belli
Lambalar eğri
Aynalar akrep meleği
Zaman çarpılmış atın son hayali
Ev miras değil mirasın hayaleti
Ey gönlümün doğurduğu
Büyüttüğü emzirdiği
Kuş tüyünden
Ve kuş sütünden
Geceler ve gündüzlerde
İnsanlığa anıt gibi yükselttiği
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Bütün şiirlerde söylediğim sensin
Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin
Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın
Boşunaydı saklamaya çalışmam öylesine aşikarsın bellisin
Kuşlar uçar senin gönlünü taklit için
Ellerinden devşirir bahar çiçeklerini
Deniz gözlerinden alır sonsuzluğun haberini
Ey gönüllerin en yumuşağı en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Yıllar geçti saban olumsuz iz bıraktı toprakta
Yıldızlara uzanıp hep seni sordum gece yarılarında
Çatı katlarında bodrum katlarında
Gölgendi gecemi aydınlatan eşsiz lamba
Hep Kanlıca'da Emirgan'da
Kandilli'nin kurşuni şafaklarında
Seninle söyleşip durdum bir ömrün baharında yazında
Şimdi onun birdenbire gelen sonbaharında
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Ey çağdaş Kudüs (Meryem)
Ey sırrını gönlünde taşıyan Mısır (Züleyha)
Ey ipeklere yumuşaklık bağışlayan merhametin kalbi
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Dağların yıkılışını gördüm bir Venüs bardağında
Köle gibi satıldım pazarlar pazarında
Güneşin sarardığını gördüm Konstantin duvarında
Senin hayallerinle yandım düşlerin civarında
Gölgendi yansıyıp duran bengisu pınarında
Ölüm düşüncesinin beni sardığı şu anda
Verilmemiş hesapların korkusuyla
Sana geldim ayaklarına kapanmaya geldim
Af dilemeye geldim affa layık olmasam da
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim
Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır
Mezarlardan bile yükselen bir bahar vardır
Aşk celladından ne çıkar madem ki yar vardır
Yoktan da vardan da ötede bir Var vardır
Hep suç bende değil beni yakıp yıkan bir nazar vardır
O şarkıya özenip söylenecek mısralar vardır
Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır
Ne yapsalar boş göklerden gelen bir karar vardır
Gün batsa ne olur geceyi onaran bir mimar vardır
Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır
Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır
Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır
Göğsünde sürgününü geri çağıran bir damar vardır
Senden ümit kesmem kalbinde merhamet adlı bir çınar vardır
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Sezai Karakoç
17 Kasım 2011 Perşembe
Adam Gibi
Ben seni hiç sevmedim ki,
Yorgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim.
Bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim.
Bir de yıldızları sevdim,
Eylül akşamlarında gelip gözlerinde durdular.
Ben seni hiç sevmedim ki...
Beni yola koyduğunda ayrılmayı sevdim,
Kurşunları sevdim beni vurduğunda.
Ağlamayı sevdim unuttuğunda.
Yalnız olduğumu anladığımda
Ayakta kalmamı sevdim...
Yıkılmamı sevdim seni her hatırladığımda...
Ekmeği sever gibi sevdim sensizliği.
Su gibi özledim temmuz güneşinde sesini.
İkindide yağmur gibi,
Geceleyin rüzgar gibi sevdim seni sevdiğimi.
Ben seni hiç sevmedim ki...
Kuşlara şarkılar öğretmeni sevdim
Menekşeyle konuşmanı,
Nisanı hatırlatmanı,
Baharın bir adının da yalnızlık olmadığını.
Düştüğüm zaman kanayan yanlarımı,
Ve tuhaflığımı üşüdüğüm zaman.
Sakız satan çocukları,
Yeni çıkan şarkıları,
Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim...
Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe
Ben yangını sevdim.
Yandığım zaman böyle işte
Ben seni hiç sevmedim ki...
Bir gece bir ceylan indi dağdan kalbine,
Bir gece bir şiir gibi kibrit alevinde,
Alemin ortasında, kimsesizliğin sesinde.
Buğusunda sabahın,
Acımasızlığında bir ahın,
Ağlayan yüzünde İsa'nın,
Ferahlatan gücüyle duanın,
Korkutan yanıyla narın...
İncirin, zeytinin ve kalbin üstüne,
Gülün üstüne,
Tutunduğum umudun üstüne,
Korkunun üstüne,
Senin üstüne,
Hepsinin üstüne,
Hep senin üstüne,
Ben seni hiç sevmedim ki...
Gittiğin zaman,
Gitmeni sevdim.
Evreni sevdim geldiğin zaman
Kalmanı sevmedim...
Korkuyordum sana alışmaktan.
Yine de sevdim gülümsemeyi,
Mendilimi sallarken seni götüren trenin arkasından.
Kırlara ilk kar düştüğü zaman,
Ölümünün ne güzel olduğunu sevdim,
Seni içimde öldürdüğüm zaman...
Ben seni hiç sevmedim ki.
Yorgun akşamlarda söylediğimiz şarkıları sevdim.
Bir çiçeğe gülmeni, bir güle benzemeni sevdim
Bir de yıldızları sevdim,
Eylül akşamlarında gelip gözlerinde durdular...
Ben seni hiç sevmedim ki,
Kuşlara şarkılar öğretmeni sevdim.
Menekşeyle konuşmanı, nisana hatırlatmanı,
Baharın bir adının da yalnızlık olmalığını.
Düştüğüm zaman kanayan yanlarımı,
Ve tuhaflığımı üşüdüğüm zaman.
Sakız satan çocukları, yeni çıkan şarkıları,
Her kaybettiğinde kazanan yanlarını sevdim.
Denize düşmüş gül gibi düştüm ateşe,
Ben yangını sevdim,
Yandığım zaman böyle işte...
Ben seni hiç sevmedim ki.
Ben sevdim mi,
Adam gibi severim...
İbrahim Sadri
13 Kasım 2011 Pazar
Ey Mona Lisa'nın Kıskandığı El
_Seni Yaşamadan Ölmeyeceğim _(sarkı)
Aşka özgü zakkum bahçelerinde
Gene acılarla kalıyorum ben
Deniz ölesiye yakın ayaklarıma
Ey ülkemin pusatsız kahramanları
Erzurum garında, banklar üstünde
Sükut-u hayale uğrayan kalbim
Geceyi kavrayan parmaklarımla
Bu hasret, bu hicran zelzelesinden
Beni kurtarmaya gücünüz yetmez
Çünkü mutsuzluğun mekteplerinde
Istırap dersleri alıyorum ben
Gittikçe yaklaşan bir afet gibi
İntihar yanılgısıyla
Yollar beni esarete çekiyor
Şehrayin şarkıları söylüyorum içimden
Şarkılar ki, hep aynı nakaratla bitiyor
Sen bir delisin
Gözleri perdelisin
Erzurum garında, banklar üztünde
Susuzluktan ağlayan bir güvercin
İçime vuruyor kanatlarını
Nağmelerin ateşinde parlayan
Kuşlar bölük bölük hayatıma giriyor
Bütün çığlıkları kuşanmış ölüm
Dudaklarında siyanür
Oysa bilmiyor ki, bu yolculuktan
Yollar tükense de, dönmeyeceğim
Seni yaşamadan ölmeyeceğim
O çin harikası bakışlarını
O pekin gözlerini
Gözlerin ki, gece donanmasıdır
Yoksuk ve yabancı mısralarımın
Bedenimde çıban çıban ağrılar
Ben bu ağrılardan zevk alıyorum
Ejder tepesinde bunalıyorum
Bir yanda kum fırtınası
Diğer yanda esrarengiz
Karakalem çalışması bir deniz
Rüzgarla, yağmurla ve yıldızlarla
Başlamak üzere son ayinimiz
Erzurum garında gece yarısı
Bankların üstüne şimşekler konar
Bazen bir yıldırım gezinir saçlarımda
Bazen bir melek saatler boyu
Yakam ölümsüz çiçekler takar
Erzurum garında gece yarısı
Hıçkırıklar boğazıma tıkanır
Nemrut ateşiyle sabaha kadar
İçimde binlerce ibrahim yanar
Koltuğumda efsaneler kitabı
Kafdağından nergis devşiriyorum
Başını dayamış omuzlarıma
O eski, o yaşlı zümrüdüanka
Ben bir çin sarhoşu samanyolunda
Denizi tartışan bakışlarını
Geçmişime asla gömmeyeceğim
Seni yaşamadan ölmeyeceğim
Perdeler kalkıp da sabah olunca
Aldırma aras'ın öyle bulanık
Öyle mahzun aktığına
Palandöken yine sisli, aldırma
Ben hem sise, hem çamıra alıştım
Senelerdir bu acıyla buluştum
Mutluluk ne zaman çıksa karşıma
Yalnızlık bir zindan, çöker başıma
2.Şarkı
Siyah Gözlerine Beni de Götür
Daha dokunmadan kurudu irem
Çöllere bir türlü yağamıyorum
Yeni bir koşunun başlangıcında
Biraz deprem sonrası
Biraz şehir hülyası
Bir kalp yangınından geriye kalan
Siyah gözlerine beni de götür
Artık bu yerlere sığamıyorum.
Pembe uçurtmalar yolladığından beri
Sarardı tiryaki menekşeleri
Sonbaharın tozlu kafeslerinde
Sevgi turnaları yakalıyorum
Turnalar gidiyor;ben kalıyorum
Avareyim,asudeyim,yorgunum
Bilmiyorum neden sana vurgunum
Erzurum garında banklar üstünde
Uyku tutmuyor karanlıkları
Yitik düşlerimi kovalıyorum
Gölgeler gidiyor;ben kalıyorum.
Binbir türlü kokuyorsa yaylalar
Siyah gözlerine beni de götür
Baharın koynundan koparıp sana
İpek bir mendile sardığım yüreğimle
Şehzade gülleri gönderiyorum
Umutlar kalıyor;ben gidiyorum.
Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini
Kaptanları sorgulayan
Yanından geçen küheylanların
Korku tufanına yakalandığı
Siyah gözlerine beni de götür
Güneş ülkesinden gelen yiğitler
Benzeri olmayan bir dünya kursun
Cellat,ayrılığın boynunu vursun.
Usul usul intizarı çürüten
Bu hercai diken,bu çılgın arzu
Sürüklüyor imkansız muştuların
Eşiğine gönül vadilerini
Bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
Düşüyorum tanyerine
Ya topla yaralı kırlangıçları
Ya da bu vefasız şarkıyı bitir
Özgürlüğe giden tutsaklar gibi
Siyah gözlerine beni de götür
Son Şarkı
Ey Mona Lisa'nın Kıskandığı El
Bu kaçıncı bekleyiş trenlerin ardında
Bin pare olduğum kaçıncı bozgun
Bir gün bu esrarlı hikaye biter
Erzurum garında, banklar üstünde
Kalem bana kızgın, kitaplar kızgın
Hasret katar katar uzayıp gider
İçimde bir figan her düdük sesi
Her vagon bir efkarlı uzun hava
Göçmen kuşlar hala dönmedi geri
Kurumuş, evlerin karanfilleri
Ey mona liza`nın kıskandığı el
Sihrine bir defa dokunmak için
Hep aynı şarkıyı söyleyip durdum
Başımı umutsuz taşlara vurdum
Aşka özgü zakkum bahçelerinde
Gene acılarla kalıyorum ben
Deniz ölesiye yakın ayaklarıma
Ey ülkemin pusatsız kahramanları
Erzurum garında, banklar üstünde
Sükut-u hayale uğrayan kalbim
Geceyi kavrayan parmaklarımla
Bu hasret, bu hicran zelzelesinden
Beni kurtarmaya gücünüz yetmez
Çünkü mutsuzluğun mekteplerinde
Istırap dersleri alıyorum ben
Gittikçe yaklaşan bir afet gibi
İntihar yanılgısıyla
Yollar beni esarete çekiyor
Şehrayin şarkıları söylüyorum içimden
Şarkılar ki, hep aynı nakaratla bitiyor
Sen bir delisin
Gözleri perdelisin
Erzurum garında, banklar üztünde
Susuzluktan ağlayan bir güvercin
İçime vuruyor kanatlarını
Nağmelerin ateşinde parlayan
Kuşlar bölük bölük hayatıma giriyor
Bütün çığlıkları kuşanmış ölüm
Dudaklarında siyanür
Oysa bilmiyor ki, bu yolculuktan
Yollar tükense de, dönmeyeceğim
Seni yaşamadan ölmeyeceğim
O çin harikası bakışlarını
O pekin gözlerini
Gözlerin ki, gece donanmasıdır
Yoksuk ve yabancı mısralarımın
Bedenimde çıban çıban ağrılar
Ben bu ağrılardan zevk alıyorum
Ejder tepesinde bunalıyorum
Bir yanda kum fırtınası
Diğer yanda esrarengiz
Karakalem çalışması bir deniz
Rüzgarla, yağmurla ve yıldızlarla
Başlamak üzere son ayinimiz
Erzurum garında gece yarısı
Bankların üstüne şimşekler konar
Bazen bir yıldırım gezinir saçlarımda
Bazen bir melek saatler boyu
Yakam ölümsüz çiçekler takar
Erzurum garında gece yarısı
Hıçkırıklar boğazıma tıkanır
Nemrut ateşiyle sabaha kadar
İçimde binlerce ibrahim yanar
Koltuğumda efsaneler kitabı
Kafdağından nergis devşiriyorum
Başını dayamış omuzlarıma
O eski, o yaşlı zümrüdüanka
Ben bir çin sarhoşu samanyolunda
Denizi tartışan bakışlarını
Geçmişime asla gömmeyeceğim
Seni yaşamadan ölmeyeceğim
Perdeler kalkıp da sabah olunca
Aldırma aras'ın öyle bulanık
Öyle mahzun aktığına
Palandöken yine sisli, aldırma
Ben hem sise, hem çamıra alıştım
Senelerdir bu acıyla buluştum
Mutluluk ne zaman çıksa karşıma
Yalnızlık bir zindan, çöker başıma
2.Şarkı
Siyah Gözlerine Beni de Götür
Daha dokunmadan kurudu irem
Çöllere bir türlü yağamıyorum
Yeni bir koşunun başlangıcında
Biraz deprem sonrası
Biraz şehir hülyası
Bir kalp yangınından geriye kalan
Siyah gözlerine beni de götür
Artık bu yerlere sığamıyorum.
Pembe uçurtmalar yolladığından beri
Sarardı tiryaki menekşeleri
Sonbaharın tozlu kafeslerinde
Sevgi turnaları yakalıyorum
Turnalar gidiyor;ben kalıyorum
Avareyim,asudeyim,yorgunum
Bilmiyorum neden sana vurgunum
Erzurum garında banklar üstünde
Uyku tutmuyor karanlıkları
Yitik düşlerimi kovalıyorum
Gölgeler gidiyor;ben kalıyorum.
Binbir türlü kokuyorsa yaylalar
Siyah gözlerine beni de götür
Baharın koynundan koparıp sana
İpek bir mendile sardığım yüreğimle
Şehzade gülleri gönderiyorum
Umutlar kalıyor;ben gidiyorum.
Bütün yelkenlileri,deniz fenerlerini
Kaptanları sorgulayan
Yanından geçen küheylanların
Korku tufanına yakalandığı
Siyah gözlerine beni de götür
Güneş ülkesinden gelen yiğitler
Benzeri olmayan bir dünya kursun
Cellat,ayrılığın boynunu vursun.
Usul usul intizarı çürüten
Bu hercai diken,bu çılgın arzu
Sürüklüyor imkansız muştuların
Eşiğine gönül vadilerini
Bir ağaçtan düşen yapraklar gibi
Düşüyorum tanyerine
Ya topla yaralı kırlangıçları
Ya da bu vefasız şarkıyı bitir
Özgürlüğe giden tutsaklar gibi
Siyah gözlerine beni de götür
Son Şarkı
Ey Mona Lisa'nın Kıskandığı El
Bu kaçıncı bekleyiş trenlerin ardında
Bin pare olduğum kaçıncı bozgun
Bir gün bu esrarlı hikaye biter
Erzurum garında, banklar üstünde
Kalem bana kızgın, kitaplar kızgın
Hasret katar katar uzayıp gider
İçimde bir figan her düdük sesi
Her vagon bir efkarlı uzun hava
Göçmen kuşlar hala dönmedi geri
Kurumuş, evlerin karanfilleri
Ey mona liza`nın kıskandığı el
Sihrine bir defa dokunmak için
Hep aynı şarkıyı söyleyip durdum
Başımı umutsuz taşlara vurdum
Vermedin bir siyah fotoğrafını
Ya da bir hatıra parmaklarından
Beni bir kaygısız neron mu sandın
Hangi düşmanımın sözüne kandın
Götür, senin olsun bütün ihtişam
Gece mahkumuna kalır mı akşam
Erzurum garından ayrılıyorum
Banklar mütereddit bakıyor ardımsıra
Abdurrahman gazi yokuşlarında
Mecnun'la, kerem'le buluşacağız
Bu çaresiz derdi konuşacağız
Yollar kıvrım kıvrım, çetin ve uzun
Dağlar melankoli, dereler hüzün
Takvimleri görmek istemiyorum
Karanlığa dönmek istemiyorum
Ey mona liza'nın kıskandığı el
Bu kar yığınları cehennemden mi
Bu sokaklar mahşerden mi geliyor
Gürcükapı ihtirası bilmezdi
Altın kalpli zambakların
Filizlendiği taş mağazalar
İlmek ilmek bileklerine
Geçirmezdi nefret urganlarını
Nerde dadaşın gür bıyıkları
Aziziye neden büyle derbeder
Solan renkler kimin, kaldırımlarda
Ya bu erzurum erzurum değil
Ya ben başkayım bu erzurum'da
Ey mona liza'nın kıskandığı el
Belki de o eski sinemalarda
Hala bir çin filmi oynamaktadır
Çifteminareler mum ışığında
Sonsuzluğa geçit aramaktadır
Küskün çinileri yakutiye'nin
Yine sessiz sessiz ağlamaktadır
Issızlığa kurşun sıkan tabyalar
Başına karalar bağlamaktadır
Abdurrahman gazi yokuşlarında
Ne mecnun ve kerem, leyla ve aslı
Ne de çin filminden kalan görüntü
Alevli bir köpük sadece dünya
Erzurum garına, banklar üstüne
Dönüyorum çıplak ayaklarımla
Yine kuşlar, yine rüzgar ve yağmur
Zavallı gözlerim kırmızı, mahmur
Unutuyor sevda resimlerini
Ey mona liza'nın kıskandığı el
O eşsiz, ebedi sıladan mahrum
Şarkıları sana bırakıyorum...
Nurullah genç
BİRİSİ
Bir şey var aramızda ,
Senin bakışından belli
Benim yanan yüzümden
Dalıveriyoruz arada bir
Benim yanan yüzümden
Dalıveriyoruz arada bir
İkimizde aynı şeyi düşünüyoruz belki,
Gülüşerek başlıyoruz söze
Bir şey var aramızda
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek,
Fakat ne kadar saklasak nafile,
Bir şey var aramızda
Senin gözlerinde ışıldıyor
Benim dilimin ucund
Bir şey var aramızda
Onu buldukça kaybediyoruz isteyerek,
Fakat ne kadar saklasak nafile,
Bir şey var aramızda
Senin gözlerinde ışıldıyor
Benim dilimin ucund
_Nahit Ulvi AKGÜN_
5 Kasım 2011 Cumartesi
Aşk Bitti
Uzun bir hastalık gibi
Aralıksız dinlediğim alaturka bir fasıl gibi
Gökyüzüne bakmayı, dostlara mektup yazmayı
Çiçekleri sulamayı unutmuşluğum gibi
Bitti.
Bir aşk nasıl biterse öyle bitti bu aşk da
Yürümeyi yeniden öğrenen felçli bir çocuk gibi
Sokağa çıkmalıyım şimdi ve çoktandır
İhmal ettiğim dostlara yeni bir adres bırakmalıyım
Pencereleri açmalı, kitapları düzenlemeliyim
Belki bir yağmur yağar akşama doğru
Yarıda bıraktığım şiirleri tamamlarım
Aşk da bitti diyordu ya bir şair
Aşk bitti işte tam da öyle AHMET TELLİ
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)